Sevmekte Zor, Sevmemek de
“Güçlükler, zamanında yapılmayan işlerin birikmesi sonucunda ortaya çıkar.”
“Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevmez. Bir şeyin aslında, ne kadar bilgi varsa, o kadar sevgi vardır...”
Merhaba Arkadaşlar,
Girişte önceleri zor gelen, sevmediğimiz bir dersi veya konuyu sevmeye başlamanın aslında büyük gizemler barındıran bir iş olmadığını söylemiştik.
Yine bazı arkadaşlarınız anlayıp sizin anlayamadığınız konuların ya da derslerin olabileceğini, ama buradaki temel farkın bir zeka farkı olmadığını söylemiştik.
Bir zeka farkı değil, ama bir zihniyet, bir inanç ve yaklaşım farkı olduğu açık. Waitley’in sözünü hatırlayalım: “Zihin, paraşüte benzer; ancak açıldığında işe yarar.”
Evet arkadaşlar, öncelikle bu derslere, bu konulara zihnimizi açacağız. Nasıl mı? Öncelikle “Ben yapamam, ban anlayamam, bu konu beni aşar, bu ders çok zor …” demeyi bırakacağız. Tüm bunların olumsuz, bizi bağlayan, sınırlandıran ön yargılar (batıl itikatlar) olduğunu bileceğiz.
Yan sınıftaki, hatta yan sıradaki arkadaşının anladığı, yapabildiği bir şeyi siz neden yapamayacakmışsınız: Onun sizden ne gibi bir üstünlüğü ya da sizin ondan giderilemeyecek ne gibi bir eksiğiniz var? Zamanında yapılmamış çalışmalar veya yukarıda sözünü ettiğimiz batıl itikatlar(!) dışında…
Ayrıca bakın, “zorluk” diyoruz, “güçlük” diyoruz; “imkansızlık” demiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, bunu yapabilen birçok insan var. Ama yine biliyoruz ki, bu dersler, herkesin yapabileceği basitlikte de değil. İşte zaten sizin farkınızı ortaya çıkaracak olan da bu değil mi? Bu zorluğa/zorluklara rağmen, başarmak.
Yüz yıl kadar önce bir devlet adamı “Bana bu mesele zor demeyin! Zor olmasaydı, mesele olmazdı.” demişti. (B. Franklin)
Yine bütün anlamlı ve en azından kişisel tarihimizde yer ve yankı bulan başarılarımızın kökeninde bir güçlüğün aşılması var değil midir?
Unutmayın: Temelde, limitleri koyan zihinlerimizdir
Vakit, zihnimizin koyduğu limitleri kırmanın, ön yargılardan kurtulmanın vaktidir.
Sevgi mi önce gelir, çaba mı?
Yine önemli bir yanılgımız da dersleri sevip sevmemeyle ilgili olandır. “Ben bu dersi sevmiyorum… Şu ders ne kadar sıkıcı… Filanca ders ne kadar saçma…” v.s.
Gerçekten mi?
İyi de sen o dersi saçma olup olmadığını anlayacak kadar anladın mı? Hiçbir çaba harcamadan dersi sevmeni ve anlamanı sağlayacak bir ilham gelmesini mi bekliyorsun? Peki sahiden dünya üzerinde, temelinde çaba ve emek yer almayan bir sevgi var mıdır acaba? Ya siz, anne– babanızın, kardeşinizin ya da arkadaşınızın sizi sevdiğine, size değer verdiğine nasıl karar verirsiniz? Kuru sözlerle mi, yoksa sizin için yaptıklarına bakarak mı?
Peki siz, hani o sevmediğinizi söylediğiniz ders için kaç saatinizi harcadınız, kaç gece uykusuz kaldınız?
- “Ama ben onu sevmiyorum ki!”
Diyorsun, onun size kendisini sevdirmesi için beklemekte kararlısın, öyle mi? (Narsist misin, nesin sen?)
Aşık Veysel’in “Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa!” sözünü de hiç duymadın öyleyse sen.
Peki, bu zorluklar nasıl ortaya çıktı?
Evet arkadaşlar, özellikle zor dediğimiz, zor bulduğumuz derslerin konularının daima biri birine eklenerek ilerlediğini biliyoruz. Öyle ki, konular, kavramlar, ilişkiler, formüller biri birine eklenerek ilerlediği için başlangıçta basit gelen, “Ee, bunda ne var?” dediğiniz konular bir yere gelir, çözümü güç düğümler halini alır. Başlangıçta anladığımız dersi artık anlamaz olursunuz. Birkaç hafta sonra sorulan soruları bile anlayamazsınız.
Buradaki yanlışı hepiniz biliyorsunuz aslında: Başlangıçta hafife aldığınız, tekrar etmeye üşendiğiniz konuların birikmesi ve unutulması sonucunda, artık onlara bağlı olan yeni konuları, yeni bilgileri anlayamamak. Evet, temel yanlış bu.
Sağlıcakla …